DOĞRUDAN
DEMOKRASİ-KATILIMCI DEMOKRASİ
Aslında doğrudan demokrasi-katılımcı demokrasi
kavramlarını olabildiğince “basit” ve en “yaygın” kullanımları ile sınırlı
biçimde tarif etmeye çalışacağım. Fakat bu tarif aşamasına geçmeden bazı
sorular sormayı hem etik hem politik açılardan önemli buluyorum. Terimler
ideolojik midir? En bilinen anlamlarını paylaşmak kavramları kullanırken bize
yeterli olur mu? Yoksa ön hazırlık çalışmalarını ve tüm tartışmayı, seçtiğimiz
kavramları ve yüklediğimiz anlamları olabildiğince ideolojik arka planını belirterek
yürütmek bize bu ideolojilerin tartışılmasını, paylaşılmasını, reddedilmesini
mi sağlar? Ya da bu tür tartışmalar bizleri somut adım atabilmekten
uzaklaştırır, boğar, ayrıştırır mı?
Olabildiğince kısa ve net kendi yanıtlarımı paylaşayım.
Sadece demokrasi, özerklik, öz yönetim, doğrudan
demokrasi, katılımcı demokrasi kavramları değil, çok daha naif algıları olan
özgürlük, çoğulculuk, dayanışma vb. gibi kavramlar da elbette ideolojiktir.
İçerikleri, tercih gerekçeleri ve kullanım bağlamları ideolojik mücadelenin
alanıdır. Anlamları tarih içinde –bazen bir birine zıt- değişmiştir. Herhangi
bir tarihsel kesitte de farklı ideolojiler kavramları farklı içeriklerle
kullanmıştır.
Çok rahatlıkla kavramların “naifliğine” ve Gezi
sürecindeki meşruiyetlerine yaslanarak evrensel (herkes için makbul) tarifler
yaptığımızı iddia edebiliriz. Fakat bu iddia –bilerek ya da çoğunlukla bilmeyerek-
yaptığımız bir çok ideolojik tercihi barındırır-gizler. Örneğin “özgürlük”.
Kendinden menkul, sadece kendisi için özgürlük arayanlarla; toplum için
özgürlük arayanlar terimi farklı kullanır. Aynı cümleyi telaffuz etseler bile
bahsettikleri şey ve bu şeyin politik çıkarsamaları farklı olabilir.
Forumlarda yürüyen-yürümeyen bir çok tartışmada, alınan-alınamayan
bir çok kararda bu arka plan meselesinin, açıkça tarif etmeyi denemediğimiz
ideolojik dayanaklarımızın ciddi negatif etkileri olduğunu düşünüyorum.
“Tüm kararlar forumda verilir” önermesi ile “belirli
mekanizmalar örgütlemeden katılımcı ve üretken bir zemin oluşmaz, serbest kürsü
sadece iyi bir başlangıçtır” yaklaşımı farklı ideolojik pozisyonlardan
kurulmaktadır. Fakat biz bu ideolojik pozisyonları tarif etmeyi denemezsek,
bunları tartışamayız da.
Boğa’da buluşup “AKP’ye yürümek” ve “ alternatif,
barışçıl, kitlesel eylemler yapmak” önerileri, ortak doğru ve tarifleri olan
kesimlerin basit bir anlaşmazlığı olabilir mi? Öneriler yine açıkça farklı
ideolojik tercihlerin ve bu ideolojilere dayalı politik stratejilerin ürünüdür.
İdeolojik farklar tarif edildiğinde, ayrım noktaları ve uzlaşılabilir noktalar
belirginleşebilir. İdeolojik şeffaflık ve farklılıkların açık tarifi ayrışmanın
değil; farklı kesimlerin zaman zaman ortak, zaman zaman sadece koordineli,
zaman zaman da bağımsız hareket edebilmelerinin tek yoludur. Aksine her farklı
ideolojinin kendisini “en ortak ideolojimiz” gibi tarif etme çabası
dışlayıcıdır, ayrıştırıcıdır. Büyük bir “BİZ” oluşturma çabası elbette çok
önemli. Ama “BİZ”in farklı insanlardan-kesimlerden oluştuğu da biliniyor.
Hiçbir görüşü dışlamama, görüşler arası “kim daha devrimci” yaklaşımını
reddetme tutumları eşliğinde; farklılıkları tarif etmeye ve tartışmaya
çalışmamız tek çıkar yolumuz. Yoksa şu ana kadar sürekli yan yana ortak
mücadele vermeye çalışan kesimlerin, Boğa’da
hep beraber olmak konusunda günden güne isteksizleşmekte oldukları
ortada.
Kendi açımdan anarşist literatüre daha yakın olduğumu;
literatürü daha “özgürlükçü”, daha “yeni toplum arayışına yatkın ve kurucu”
bulduğumu makale önerisi aşamasında paylaşmıştım. Kavramlar tarifini
olabildiğince “basit” tutacağım. Ama en azından yararlandığım kaynaklar
nedeniyle bu literatürün izleri görülebilir.
Demokrasi
Demokrasinin esasen insanların kendi
yaşamlarını etkileyen kararların alınmasına ne ölçüde katılabildikleriyle
ilgili bir mesele olduğu söylenebilir. Parlamenter sistem (temsili demokrasi)
en yaygın görülen “demokrasi” deneyimi olmakla birlikte, topluluğun katılımını
(nadir görülen referandumlar dışında) belli zaman aralıklarında kendilerini yönetecek
kesimi seçmek ile sınırlar. Egemenler-seçkinler “demokrasisidir”. Asla bir
zorunluluk değildir. Sistemin, egemenlerin tercihidir, dayatmasıdır..
Doğrudan Demokrasi Nedir?
Doğrudan demokrasi veya diğer adıyla
“saf demokrasi”, genel anlamda kanunların yapılmasını ve kamu gücünü
ilgilendiren kararların bizzat halk tarafından alınmasını ifade eder. Bu
sistemde yasama organı olarak görev yapan bir parlamento yoktur, yurttaşlar
eşit olarak doğrudan yönetime katılırlar. Topluluk genellikle bir meydanda
toplanır, konuları tartışır ve kararın oluşmasını sağlar.
Doğrudan demokrasi ideal anlamıyla
yöneten-yönetilen ilişkisini ortadan kaldırma deneyimidir. Bir topluluk da bireyleri özne kılar- özgüveni inşa eder
ve etken hale getirir; kafa-kol emeği ayrımını, ast-üst ilişkisini ortadan
kaldırır ve bu anlamıyla insanın özgürleşme arayışıdır.
Doğrudan Demokrasi Uygulanabilir
mi? Yoksa bir ideal midir?
Tüm topluluğu karar süreçlerine doğrudan
(mekanizmalar-meclisler-temsilciler yaratmadan) katma iddiası elbet kolay
değil. Birçok düşünür özellikle ölçek (nüfusun ve coğrafyanın
büyüklüğü-küçüklüğü) sorununu gündeme getirerek doğrudan demokrasinin hep
aranacak, ama hiç ulaşılamayacak bir ideal olduğunu iddia eder. Fakat tarihte,
çok sayıda olmasa da doğrudan demokrasi deneyimleri (aşağıda birkaç örnek
verilmeye çalışılacak) yaşanmıştır. Ayrıca günümüzde teknolojik gelişmeler
(örn: interaktif internet siteleri-platformlar) doğrudan katılım için büyük
olanaklar yaratmaktadır. Sistem karar alma süreçlerine topluluğun katılımını
hedef almadığı, belirli seçkinlerin-çıkar gruplarının alacağı kararları tercih
ettiği için bu teknolojik olanakları kullanmakta gönülsüzdür. Peki ya sistem
karşıtı muhalif gruplar? Böyle bir kaç örnek olduğu bilinmekte. Fakat bu
olanaktan etkili şekilde yararlanıldığı da söylenemez. Gezi sonrasında da bu
tür öneriler, çeşitli çalışma grubu girişimleri oluşmuş olsa da; hayata
geçirilen bir deneyim olmadı.
“Doğrudan demokrasi uygulanamaz” iddiasını
kabul etmek, önümüzde duran bazı fırsatları elimizin tersi ile itmek olacaktır.
Fakat teknolojiyi bu ideal için kullanacağımız günlere kadar, ölçek sorunu
gerçek bir sorun olarak karşımızda durur. Türkiye genelinde, İstanbul’da ve
hatta Kadıköy’de hareketi derinleştirecek ortak kararlar almaya çalışmak çok
önemli. Peki bu kararları tüm topluluğun bir araya gelmesi ile almak mümkün mü?
Kadıköy için hareketin daraldığı şu safalarda belki denenebilir. Ama diğer
ölçekler için olanaksız olduğu ortada. Fakat (katılımın belli sayıları aştığı
günlerde tekrar değerlendirmek umudu ile birlikte) mahalle dayanışmalarında ve
Kadıköy forumlarında neden olmasın?
Yine de hem ölçek sorunu; hem de
hareketin içe kapalı değil, tüm parçaları ile temas ve koordine içinde olması
“ihtiyacı” (elbet bazılarımız bu ihtiyacı reddedebilir) gerçek bir katılımcı
ortam için, katılımı tesis etmek ve derinleştirmek için bazı mekanizmalar
oluşturmayı zorunlu kılmaktadır. Bu da bizi Katılımcı Demokrasi terimine
götürür.
Katılımcı Demokrasi Nedir?
Kararların tüm topluluğun katılımı ile
alınması ve katılımın teşvik edildiği ortamlar temel ideallerimiz. Sorun bunun
için ne tür mekanizmalara ihtiyacımız var? Hangi mekanizmalar bizlere daha
fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla öz yönetim sağlar? Bunun her
zaman, her yerde uygulanabilir bir formülü yok. İhtiyaçlarımız ve
olanaklarımızdan hareket etmek, kurduğumuz her mekanizmanın baştan yanlış
olabileceğini ya da zamanla yozlaşabileceğini varsayarak her zaman mekanizmalara
dair kuşkulu olmak, katılım ve üretkenliğin ne düzeyde gerçekleştiğini sürekli
sorunsallaştırmak ve gerekli gördüğümüzde hızla mekanizmaları yıkıp yeniden
kurmak önemli yol ilkeleri. Mekanizmalar-temsiliyet yaratırken cimri davranmak,
zorunlu ve işlevsel olmayan hiçbir konuda temsilliyet oluşturmamak, birden
fazla aday bulunabildiği durumlarda “seçim” değil “kura” yöntemine başvurmak,
kısa süreler ve rotasyon uygulamasında ısrar etmek, geri-çağrılabilirlik gibi
önlemler sistemik iktidar oluşumlarından bizleri koruyacak tutumlar olacaktır.
Doğrudan Demokrasi Örnekleri
Antik Yunan-Atina
Atina 2500 yıl önce, on binlerce insanın
aynı anda karar alma sürecine katılabildiği mekanizmalar yaratabilmişti.
Kölelik, kadınlık, yabancılık vb. durumlar istisna oluşturmakla birlikte,
fiilen meclise katılım hakkına sahip olanların sayısının 50 bin kişiye ulaştığı
bilinmektedir.
Consejo Abierto
İspanya’nın kuzey kırsalında bazı
bölgelerde Consejo Abierto adı verilen Açık Meclisli Yönetim Birimleri vardır.
Bu bölgelerde halk çanlarla davet edilir. Temel konularda ortaklaşa karar
verilir. Bölgelerin nüfus açısından oldukça düşük yoğunluklu olduğunu
belirtmekte fayda var.
İsviçre
İsviçre’nin Glaus kasabasında 800 yıldır devam eden bir
gelenek var. Temel konular ve önemli yatırımlar kasaba meydanında toplanılarak
alınıyor. Zaman zaman bu sürece 10.000-kişinin katıldığı biliniyor.
Bir zamanlar Cem ayinlerinin ilgili bölgedeki kararların tüm
yetişkinlerin katılımı ile alındığı mekanizmalardı. Günümüzde kısmen de olsa
sürdürüldüğü söylenebilir.
Benzer bir durum bölgelerindeki erkek nüfus açısından camiler
için de geçerli idi.
(Coğrafyamıza
ait son iki örnek Demir Küçükaydın’ın hatırlatması üzerine eklenmiştir)
Katılımcı Demokrasi Örnekleri
İspanya İç Savaşı
1930lu yılların ikinci yarısında, İspanya İç Savaşı İspanyası’nda
işçiler ve köylüler, başta Katalonya ve Aragon bölgeleri olmak üzere, İspanya
genelinde pek çok kent ve kasabada oldukça başarılı doğrudan demokrasi ve
özyönetim örnekleri sergilediler. Hesaplamalara göre, 1936 yılında, sanayi
bölgesi Katalonya ve kırsal yerleşmelerin ağırlıkta olduğu Aragon’da, ekonominin
üçte biri çalışanların denetimi altındaydı. 1936 yazı ve sonbaharında
İspanya’nın dört bir yanına yayılan kolektifleştirme dalgası “Batı Avrupa
tarihindeki en geniş işçi özyönetim deneyimi” olarak betimlenir. İşçi ve
köylülerin özyönetim deneyimleriyle sınırlı kalmayan bu demokrasi pratiği, iç
savaşın başlarında Franko birliklerine karşı savaşan anarşist milisler arasında
da yaygındır. Orwell’in aktardığına göre, “Generalden ere kadar herkes aynı
parayı alıyor, aynı yemeği yiyor, aynı elbiseleri giyiyordu… Teorik olarak bir
milis birliği, en azından, hiyerarşi değil, demokrasi”dir
Zapatistler
Zapatistler, iktidarı ele geçirmeyi değil, “itaat ederek
komuta etme” adını verdikleri stratejileri doğrultusunda, demokrasiyi
derinleştirmeyi hedeflemektedirler. Markos’un “Kendilerini parlamenter
solcu diye adlandıranlar dâhil, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz.”
derken vurguladığı gibi, politikacılar Zapatist terminolojide ayrı
bir sınıf olarak görülür
Zapatistler, denetimleri altında bulundurdukları Chiapas
eyaletinin üçte birini kapsayan sık ormanlarla kaplı dağlık bölgede, otonom
belediyeler, “iyi yönetim” konseyleri ve köy meclislerinden oluşan bir
özyönetim modeli inşa ettiler. Bu model, yeni bir tür
yöneticiler/politikacılar sınıfının ortaya çıkmasını olabildiğince
engellemek amacıyla geliştirilen, delegelerin geri-çağrılabilirliği ve
görevlendirmelerin kısa-süreliliği gibi önlemlerle desteklenmektedir.
Zapatistler için “istişare” (consulta) olarak
adlandırdıkları, önemli kararların alınmasında “yerli tabanı”na danışma pratiği
çok önemlidir. EZLN’ye bağlı bütün yerli
topluluklarının katıldığı “istişare” süreci, on iki yaşın üzerindeki herkesin
tartışma ve oy verme hakkına sahip olduğu demokratik meclisler aracılığıyla
gerçekleştirilir. Tüm katılımcılar, oylama öncesinde, konunun enine boyuna
tartışıldığına ikna olmalıdırlar. İlgili mecliste yapılan oylamanın sonuçları,
tartışmalara ve oylamaya katılanların sayılarıyla birlikte, üzerinde tartışılan
temel noktalar ve görüşleri içeren bir raporda bir araya getirilir. Yerli
topluluklarından gelen raporların toplamı da, Zapatist “istişare”nin sonucunu
ortaya koyar. Politik gerilimler ve hükümet güçlerinin saldırıları gibi
gerekçelerle zaman zaman geçici sürelerle askıya alınsa da, EZLN, “taban”a
danışma yönteminden olağanüstü durumlarda bile vazgeçmemiştir.
Gerçek Katılımcılık Önündeki Engeller
Başta çalışma zorunluluğu, patriarkal
kültürden kaynaklanan cinsel işbölümü vb. ayrımcılık biçimleri olmak üzere
gündelik yaşam içerisindeki birçok zorunluluk ve zorluklar, katılımın
çoğunlukla ayrıcalıklı bir grupla sınırlı kalmasıyla sonuçlanıyor. Birçok öz
yönetim ve katılımcı demokrasi deneyimde bu sorun yaşanıyor. Örneğin
Zapatistler’in Chiapas’ta karşılaştıkları sorunların başında da, özellikle
kadınların ve gençlerin köy meclislerinde konuşma şansı bulamaması geliyordu.
Ancak yine bir çok örnekte, temsil
mekanizmalarının toptan reddinin, adı konmamış ve denetlenemez hiyerarşilere
yol açtığı; hareketi
kısır-üretimsiz-iddiasız kıldığı görülmüştür..
kaynak
YanıtlaSil