5 Haziran 2014 Perşembe

DOĞRUDAN DEMOKRASİ-KATILIMCI DEMOKRASİ



DOĞRUDAN DEMOKRASİ-KATILIMCI DEMOKRASİ

Aslında doğrudan demokrasi-katılımcı demokrasi kavramlarını olabildiğince “basit” ve en “yaygın” kullanımları ile sınırlı biçimde tarif etmeye çalışacağım. Fakat bu tarif aşamasına geçmeden bazı sorular sormayı hem etik hem politik açılardan önemli buluyorum. Terimler ideolojik midir? En bilinen anlamlarını paylaşmak kavramları kullanırken bize yeterli olur mu? Yoksa ön hazırlık çalışmalarını ve tüm tartışmayı, seçtiğimiz kavramları ve yüklediğimiz anlamları olabildiğince ideolojik arka planını belirterek yürütmek bize bu ideolojilerin tartışılmasını, paylaşılmasını, reddedilmesini mi sağlar? Ya da bu tür tartışmalar bizleri somut adım atabilmekten uzaklaştırır, boğar, ayrıştırır mı?
Olabildiğince kısa ve net kendi yanıtlarımı paylaşayım.
Sadece demokrasi, özerklik, öz yönetim, doğrudan demokrasi, katılımcı demokrasi kavramları değil, çok daha naif algıları olan özgürlük, çoğulculuk, dayanışma vb. gibi kavramlar da elbette ideolojiktir. İçerikleri, tercih gerekçeleri ve kullanım bağlamları ideolojik mücadelenin alanıdır. Anlamları tarih içinde –bazen bir birine zıt- değişmiştir. Herhangi bir tarihsel kesitte de farklı ideolojiler kavramları farklı içeriklerle kullanmıştır.
Çok rahatlıkla kavramların “naifliğine” ve Gezi sürecindeki meşruiyetlerine yaslanarak evrensel (herkes için makbul) tarifler yaptığımızı iddia edebiliriz. Fakat bu iddia –bilerek ya da çoğunlukla bilmeyerek- yaptığımız bir çok ideolojik tercihi barındırır-gizler. Örneğin “özgürlük”. Kendinden menkul, sadece kendisi için özgürlük arayanlarla; toplum için özgürlük arayanlar terimi farklı kullanır. Aynı cümleyi telaffuz etseler bile bahsettikleri şey ve bu şeyin politik çıkarsamaları farklı olabilir.
Forumlarda yürüyen-yürümeyen bir çok tartışmada, alınan-alınamayan bir çok kararda bu arka plan meselesinin, açıkça tarif etmeyi denemediğimiz ideolojik dayanaklarımızın ciddi negatif etkileri olduğunu düşünüyorum.
“Tüm kararlar forumda verilir” önermesi ile “belirli mekanizmalar örgütlemeden katılımcı ve üretken bir zemin oluşmaz, serbest kürsü sadece iyi bir başlangıçtır” yaklaşımı farklı ideolojik pozisyonlardan kurulmaktadır. Fakat biz bu ideolojik pozisyonları tarif etmeyi denemezsek, bunları tartışamayız da.
Boğa’da buluşup “AKP’ye yürümek” ve “ alternatif, barışçıl, kitlesel eylemler yapmak” önerileri, ortak doğru ve tarifleri olan kesimlerin basit bir anlaşmazlığı olabilir mi? Öneriler yine açıkça farklı ideolojik tercihlerin ve bu ideolojilere dayalı politik stratejilerin ürünüdür. İdeolojik farklar tarif edildiğinde, ayrım noktaları ve uzlaşılabilir noktalar belirginleşebilir. İdeolojik şeffaflık ve farklılıkların açık tarifi ayrışmanın değil; farklı kesimlerin zaman zaman ortak, zaman zaman sadece koordineli, zaman zaman da bağımsız hareket edebilmelerinin tek yoludur. Aksine her farklı ideolojinin kendisini “en ortak ideolojimiz” gibi tarif etme çabası dışlayıcıdır, ayrıştırıcıdır. Büyük bir “BİZ” oluşturma çabası elbette çok önemli. Ama “BİZ”in farklı insanlardan-kesimlerden oluştuğu da biliniyor. Hiçbir görüşü dışlamama, görüşler arası “kim daha devrimci” yaklaşımını reddetme tutumları eşliğinde; farklılıkları tarif etmeye ve tartışmaya çalışmamız tek çıkar yolumuz. Yoksa şu ana kadar sürekli yan yana ortak mücadele vermeye çalışan kesimlerin, Boğa’da  hep beraber olmak konusunda günden güne isteksizleşmekte oldukları ortada.

Kendi açımdan anarşist literatüre daha yakın olduğumu; literatürü daha “özgürlükçü”, daha “yeni toplum arayışına yatkın ve kurucu” bulduğumu makale önerisi aşamasında paylaşmıştım. Kavramlar tarifini olabildiğince “basit” tutacağım. Ama en azından yararlandığım kaynaklar nedeniyle bu literatürün izleri görülebilir.


Demokrasi
Demokrasinin esasen insanların kendi yaşamlarını etkileyen kararların alınmasına ne ölçüde katılabildikleriyle ilgili bir mesele olduğu söylenebilir. Parlamenter sistem (temsili demokrasi) en yaygın görülen “demokrasi” deneyimi olmakla birlikte, topluluğun katılımını (nadir görülen referandumlar dışında) belli zaman aralıklarında kendilerini yönetecek kesimi seçmek ile sınırlar. Egemenler-seçkinler “demokrasisidir”. Asla bir zorunluluk değildir. Sistemin, egemenlerin tercihidir, dayatmasıdır..

Doğrudan Demokrasi Nedir?
Doğrudan demokrasi veya diğer adıyla “saf demokrasi”, genel anlamda kanunların yapılmasını ve kamu gücünü ilgilendiren kararların bizzat halk tarafından alınmasını ifade eder. Bu sistemde yasama organı olarak görev yapan bir parlamento yoktur, yurttaşlar eşit olarak doğrudan yönetime katılırlar. Topluluk genellikle bir meydanda toplanır, konuları tartışır ve kararın oluşmasını sağlar.
Doğrudan demokrasi ideal anlamıyla yöneten-yönetilen ilişkisini ortadan kaldırma deneyimidir. Bir topluluk da bireyleri özne kılar- özgüveni inşa eder ve etken hale getirir; kafa-kol emeği ayrımını, ast-üst ilişkisini ortadan kaldırır ve bu anlamıyla insanın özgürleşme arayışıdır.

Doğrudan Demokrasi Uygulanabilir mi? Yoksa bir ideal midir?
Tüm topluluğu karar süreçlerine doğrudan (mekanizmalar-meclisler-temsilciler yaratmadan) katma iddiası elbet kolay değil. Birçok düşünür özellikle ölçek (nüfusun ve coğrafyanın büyüklüğü-küçüklüğü) sorununu gündeme getirerek doğrudan demokrasinin hep aranacak, ama hiç ulaşılamayacak bir ideal olduğunu iddia eder. Fakat tarihte, çok sayıda olmasa da doğrudan demokrasi deneyimleri (aşağıda birkaç örnek verilmeye çalışılacak) yaşanmıştır. Ayrıca günümüzde teknolojik gelişmeler (örn: interaktif internet siteleri-platformlar) doğrudan katılım için büyük olanaklar yaratmaktadır. Sistem karar alma süreçlerine topluluğun katılımını hedef almadığı, belirli seçkinlerin-çıkar gruplarının alacağı kararları tercih ettiği için bu teknolojik olanakları kullanmakta gönülsüzdür. Peki ya sistem karşıtı muhalif gruplar? Böyle bir kaç örnek olduğu bilinmekte. Fakat bu olanaktan etkili şekilde yararlanıldığı da söylenemez. Gezi sonrasında da bu tür öneriler, çeşitli çalışma grubu girişimleri oluşmuş olsa da; hayata geçirilen bir deneyim olmadı.
“Doğrudan demokrasi uygulanamaz” iddiasını kabul etmek, önümüzde duran bazı fırsatları elimizin tersi ile itmek olacaktır. Fakat teknolojiyi bu ideal için kullanacağımız günlere kadar, ölçek sorunu gerçek bir sorun olarak karşımızda durur. Türkiye genelinde, İstanbul’da ve hatta Kadıköy’de hareketi derinleştirecek ortak kararlar almaya çalışmak çok önemli. Peki bu kararları tüm topluluğun bir araya gelmesi ile almak mümkün mü? Kadıköy için hareketin daraldığı şu safalarda belki denenebilir. Ama diğer ölçekler için olanaksız olduğu ortada. Fakat (katılımın belli sayıları aştığı günlerde tekrar değerlendirmek umudu ile birlikte) mahalle dayanışmalarında ve Kadıköy forumlarında neden olmasın?
Yine de hem ölçek sorunu; hem de hareketin içe kapalı değil, tüm parçaları ile temas ve koordine içinde olması “ihtiyacı” (elbet bazılarımız bu ihtiyacı reddedebilir) gerçek bir katılımcı ortam için, katılımı tesis etmek ve derinleştirmek için bazı mekanizmalar oluşturmayı zorunlu kılmaktadır. Bu da bizi Katılımcı Demokrasi terimine götürür.


Katılımcı Demokrasi Nedir?
Kararların tüm topluluğun katılımı ile alınması ve katılımın teşvik edildiği ortamlar temel ideallerimiz. Sorun bunun için ne tür mekanizmalara ihtiyacımız var? Hangi mekanizmalar bizlere daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla öz yönetim sağlar? Bunun her zaman, her yerde uygulanabilir bir formülü yok. İhtiyaçlarımız ve olanaklarımızdan hareket etmek, kurduğumuz her mekanizmanın baştan yanlış olabileceğini ya da zamanla yozlaşabileceğini varsayarak her zaman mekanizmalara dair kuşkulu olmak, katılım ve üretkenliğin ne düzeyde gerçekleştiğini sürekli sorunsallaştırmak ve gerekli gördüğümüzde hızla mekanizmaları yıkıp yeniden kurmak önemli yol ilkeleri. Mekanizmalar-temsiliyet yaratırken cimri davranmak, zorunlu ve işlevsel olmayan hiçbir konuda temsilliyet oluşturmamak, birden fazla aday bulunabildiği durumlarda “seçim” değil “kura” yöntemine başvurmak, kısa süreler ve rotasyon uygulamasında ısrar etmek, geri-çağrılabilirlik gibi önlemler sistemik iktidar oluşumlarından bizleri koruyacak tutumlar olacaktır.

Doğrudan Demokrasi Örnekleri  
Antik Yunan-Atina
Atina 2500 yıl önce, on binlerce insanın aynı anda karar alma sürecine katılabildiği mekanizmalar yaratabilmişti. Kölelik, kadınlık, yabancılık vb. durumlar istisna oluşturmakla birlikte, fiilen meclise katılım hakkına sahip olanların sayısının 50 bin kişiye ulaştığı bilinmektedir.

Consejo Abierto
İspanya’nın kuzey kırsalında bazı bölgelerde Consejo Abierto adı verilen Açık Meclisli Yönetim Birimleri vardır. Bu bölgelerde halk çanlarla davet edilir. Temel konularda ortaklaşa karar verilir. Bölgelerin nüfus açısından oldukça düşük yoğunluklu olduğunu belirtmekte fayda var.  

İsviçre
İsviçre’nin Glaus kasabasında 800 yıldır devam eden bir gelenek var. Temel konular ve önemli yatırımlar kasaba meydanında toplanılarak alınıyor. Zaman zaman bu sürece 10.000-kişinin katıldığı biliniyor.
Bir zamanlar Cem ayinlerinin ilgili bölgedeki kararların tüm yetişkinlerin katılımı ile alındığı mekanizmalardı. Günümüzde kısmen de olsa sürdürüldüğü söylenebilir.
Benzer bir durum bölgelerindeki erkek nüfus açısından camiler için de geçerli idi.
(Coğrafyamıza ait son iki örnek Demir Küçükaydın’ın hatırlatması üzerine eklenmiştir)


Katılımcı Demokrasi Örnekleri 
İspanya İç Savaşı
1930lu yılların ikinci yarısında, İspanya İç Savaşı İspanyası’nda işçiler ve köylüler, başta Katalonya ve Aragon bölgeleri olmak üzere, İspanya genelinde pek çok kent ve kasabada oldukça başarılı doğrudan demokrasi ve özyönetim örnekleri sergilediler. Hesaplamalara göre, 1936 yılında, sanayi bölgesi Katalonya ve kırsal yerleşmelerin ağırlıkta olduğu Aragon’da, ekonominin üçte biri çalışanların denetimi altındaydı. 1936 yazı ve sonbaharında İspanya’nın dört bir yanına yayılan kolektifleştirme dalgası “Batı Avrupa tarihindeki en geniş işçi özyönetim deneyimi” olarak betimlenir. İşçi ve köylülerin özyönetim deneyimleriyle sınırlı kalmayan bu demokrasi pratiği, iç savaşın başlarında Franko birliklerine karşı savaşan anarşist milisler arasında da yaygındır. Orwell’in aktardığına göre, “Generalden ere kadar herkes aynı parayı alıyor, aynı yemeği yiyor, aynı elbiseleri giyiyordu… Teorik olarak bir milis birliği, en azından, hiyerarşi değil, demokrasi”dir

Zapatistler
Zapatistler, iktidarı ele geçirmeyi değil, “itaat ederek komuta etme” adını verdikleri stratejileri doğrultusunda, demokrasiyi derinleştirmeyi hedeflemektedirler. Markos’un “Kendilerini parlamenter solcu diye adlandıranlar dâhil, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz.” derken vurguladığı gibi, politikacılar Zapatist terminolojide ayrı bir sınıf olarak görülür
Zapatistler, denetimleri altında bulundurdukları Chiapas eyaletinin üçte birini kapsayan sık ormanlarla kaplı dağlık bölgede, otonom belediyeler, “iyi yönetim” konseyleri ve köy meclislerinden oluşan bir özyönetim modeli inşa ettiler. Bu model, yeni bir tür yöneticiler/politikacılar sınıfının ortaya çıkmasını olabildiğince engellemek amacıyla geliştirilen, delegelerin geri-çağrılabilirliği ve görevlendirmelerin kısa-süreliliği gibi önlemlerle desteklenmektedir.
Zapatistler için “istişare” (consulta) olarak adlandırdıkları, önemli kararların alınmasında “yerli tabanı”na danışma pratiği çok önemlidir.  EZLN’ye bağlı bütün yerli topluluklarının katıldığı “istişare” süreci, on iki yaşın üzerindeki herkesin tartışma ve oy verme hakkına sahip olduğu demokratik meclisler aracılığıyla gerçekleştirilir. Tüm katılımcılar, oylama öncesinde, konunun enine boyuna tartışıldığına ikna olmalıdırlar. İlgili mecliste yapılan oylamanın sonuçları, tartışmalara ve oylamaya katılanların sayılarıyla birlikte, üzerinde tartışılan temel noktalar ve görüşleri içeren bir raporda bir araya getirilir. Yerli topluluklarından gelen raporların toplamı da, Zapatist “istişare”nin sonucunu ortaya koyar. Politik gerilimler ve hükümet güçlerinin saldırıları gibi gerekçelerle zaman zaman geçici sürelerle askıya alınsa da, EZLN, “taban”a danışma yönteminden olağanüstü durumlarda bile vazgeçmemiştir.


Gerçek Katılımcılık Önündeki Engeller
Başta çalışma zorunluluğu, patriarkal kültürden kaynaklanan cinsel işbölümü vb. ayrımcılık biçimleri olmak üzere gündelik yaşam içerisindeki birçok zorunluluk ve zorluklar, katılımın çoğunlukla ayrıcalıklı bir grupla sınırlı kalmasıyla sonuçlanıyor. Birçok öz yönetim ve katılımcı demokrasi deneyimde bu sorun yaşanıyor. Örneğin Zapatistler’in Chiapas’ta karşılaştıkları sorunların başında da, özellikle kadınların ve gençlerin köy meclislerinde konuşma şansı bulamaması geliyordu.
Ancak yine bir çok örnekte, temsil mekanizmalarının toptan reddinin, adı konmamış ve denetlenemez hiyerarşilere yol açtığı; hareketi  kısır-üretimsiz-iddiasız kıldığı görülmüştür.. 


1 yorum: